Suriye’de cihatçılar kazandı. Bu kazanımın salt fiziki değil hegemonik bir kazanım olduğunu oradaki rüzgârın çevre ülkeleri etkisine alacağını kabul etmek gerekiyor. Kimin desteği ve nasıl olduğu hiç fark etmeksizin cihatçıların bu hızlı zaferi dünyada olduğu gibi bu ülkede de onlara özenenleri harekete geçirecektir
Musa Piroğlu
Olanlar oldu Tanrım
Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!
Didem Madak
Her şey birden ve hızlı oldu. Parmakla sayılı günlere sıkışan bir dönemde rejim ordusu dağılmış, kentler düşmüş, iktidar yıkılmıştı. Colani sakalını kısaltıp kahraman devlet yöneticisi oluvermiş, dünün kafa kesen, insan yakan cihatçıları günün muhalifleri ve kurtarıcıları ilan edilmişti. Her şey o kadar çabuk ve aniden olmuştu ki kimse ne olduğunu, neden olduğunu doğru dürüst kavrayamamıştı. İlk şaşkınlık atlatılır atlatılmaz, tartışmalar ve komplo teorileri peş peşe geldi. Herkes olup biteni anlamaya ve kendi çapında izah etmeye çalışıyordu. Rejimi kim satmıştı? Koca kentler niye bu kadar hızlı düşmüştü? Rusya ve İran nereye kaybolmuştu? Suriye’de kim kazanmıştı? Cihatçıları kim yönlendirmişti? ABD İşin neresindeydi? İngiltere ne yapıyordu? Türkiye neyin peşindeydi? Hemen herkes olmakta olanı bir kenara bırakmış nasıl olduğunu izah etmeye çalışıyordu. Bu tartışma hala devam ediyor, ama Suriye yanıyor.
Bir Çin atasözü derki “astronomlar gökte yıldızları ararken önlerindeki çukuru göremezlermiş.” Suriye üzerine derin tartışmalar yürütülüp, emperyalizmin olası planları analiz ediliyor ve bu analizlere dayanılarak ilkesel tutum alışlar ortaya konuluyor. Her zaman yapıldığı gibi, herkes sözünü söylüyor, ilkesel tutumunu açıklıyor ve kenara çekiliyor. Gerisi sağır sessizlik.
Fakat Suriye yanıyor. Rojava kuşatılmaya, Kürt halkı ağır bedeller ödeyerek elde ettiği tüm kazanımlarını bırakmaya zorlanıyor. Lazkiye’de, Tartus’ta, Hama’da Suriyeli Alevilerin evleri basılıyor, insanlar sokak ortasında kurşuna diziliyor, kaybetmeler alıp kaçırmalar yaşanıyor. İç savaşın başında “Hristiyanlar Lübnan’a Aleviler tabuta” diye haykıran, köyleri basıp katliamlara imza atanlar, bugün Suriye’de yönetimi ele geçirdiler, şimdi bu tehditlerini hayata geçirme yetkisine ve gücüne sahipler. Suriye topraklarında yaşayan Kürtler, Aleviler, Hristiyanlar, Dürziler bir katliam tehdidi ile yüz yüzeler. Güneyde İsrail sınırındaki Dürziler cihatçılara karşı gerekirse İsrail’den yardım isteyeceklerini açıkladılar. Kuzeydoğu Suriye’de özerk yönetim Türkiye’nin emrindeki SMO çetelerinin işgal ve yok etme tehdidine karşı topyekun varoluşunu savunmaya hazırlanıyor. Sahil şeridine sıkışmış Aleviler ise cihadist çetelerin katliam tehditleri altında savunmasız evlerine kapanmış bekliyor. Sesleri ve yardım çağrıları duyulmuyor.
Aralık ayı katliamlar ayı, Maraş, 19 Aralık Cezaevi Katliamları ve Roboski. Toprağı kanla yoğrulmuş, tarihi katliamlarla yazılmış bir coğrafyada yaşanmış katliamları unutmamak, sorumlularını hatırlamak, unutturmamak önemli. Benzer katliamların tekrar ettirilmemesi için çabalamak, harekete geçmek çok daha önemli. Bu yüzden yanıbaşımızda kardeş halklar, hatta kardeşlerimiz katliam tehdidi altındayken sessiz kalmanın, yokmuş gibi davranmanın anlaşılır bir durum olmadığını kabul etmek gerekiyor. Suriye’de neyin nasıl olduğunu ve nereye evirileceğini anlamak, analiz etmek elbette önemli ama olmakta olanı görmek ve buna dair harekete geçmek de bir o kadar önemli.
Suriye’de cihatçılar kazandı. Bu kazanımın salt fiziki değil hegemonik bir kazanım olduğunu oradaki rüzgârın çevre ülkeleri etkisine alacağını kabul etmek gerekiyor. Kimin desteği ve nasıl olduğu hiç fark etmeksizin cihatçıların bu hızlı zaferi dünyada olduğu gibi bu ülkede de onlara özenenleri harekete geçirecektir. Şeriat özlemleri daha sesli dile gelecek, kadınları ve ötekileştirilmiş toplulukları hedef alan baskı ve saldırganlıkları artacaktır. Mahalle baskısının sadece çeşitli selefi grupları değil iktidarları da etkileyeceğini görmek gerekir. Yağmaya açılan Suriye topraklarının iktidarların savaş ve işgal heveslerini arttıracağı aşikardır. Bu durumun içeride de etkisinin olacağını bir dizi gerilimi ve kaygıyı tetikleyeceğini öngörmek gerekir. Söz konusu Anadolu coğrafyası olduğunda mesele çok daha ciddi ele alınmak zorundadır. Kürtler ve Aleviler iki ayrı ülkede yaşıyor görünseler de aynı kaderi paylaşan kardeş ve akrabalardan oluşuyorlar. Suriye sahillerinde Alevi halkını hedef alan saldırıların yol açtığı kaygılar Samandağ‘da, Hatay’da derinden hissedilmekte, benzer kaygıları tetiklemektedir.
Benzer durum Rojava’yı hedef alan saldırılar için de geçerlidir. İktidarın güdümündeki SMO çetelerinin Rojova’ya yönelik saldırısının Türkiye’de de Kürt halkına yönelik ağır bir saldırı politikasıyla beraber sürdürüleceğini görmek gerekir. Kürt halkı ve onun kazanımlarına yönelik saldırı politikaları aynı zamanda içeride tüm demokratik kazanımların ortadan kaldırılması, hak arama mücadelelerinin baskı altına alınması anlamına gelecektir. Ağır bir yoksulluk ve sosyal çürüme ile boğuşan ülkede rıza üretmekte zorlanan iktidar bu savaş politikaları üzerinden kendi baskısını meşrulaştırmaya, kendisini kalıcı kılmaya çalışacaktır. Suriye’de olanın Suriye’de kalmayacağını görmek gerekiyor.