12 Eylül faşizminin tüm şiddetiyle ülkeye hâkim olduğu zamanlardı. Arkadaşım tıp eğitimini tamamlamış, mecburi hizmet kurasında da Eski Çeltek kömür işletmelerini çekmişti. Dönüşte anlattıkları bugüne değin aklıma geldikçe içimi ürpertir. Suluova’da Et ve Balık Kurumu’nun buzhanesinin işkence merkezine dönüştürüldüğünü anlatmıştı. Burada işkence altında can verenler de olmuştu. Bu anlatının üzerinden 40 yıl kadar bir zaman geçtiği halde bu konuda ne bir tanıklık, ne bir itiraf, ne de hukuki anlamda iddiaya rastladım. Hatta o yıllarda sözü edilen bölgelerde bir Et ve Balık Kurumu entegre tesisi, daha bilinen tabiriyle kesimhanesi olup olmadığını da araştırmadım.
Arkadaşım da tüm bunları gözüyle görmüş müydü, yoksa o da duyduklarını mı nakletmişti? Bunu da mutlak bir kesinlikle iddia edemem. Ancak arkadaşım o yıllarda tüm bu suç fiillerinin sorumlusu olan yüzbaşının rüşvet ve sair suçlardan yargılandığını, ordudan ihraç edildiğini, daha sonra da infaz edildiğini de anlatmıştı.
Faşizmin iktidarında tüm bunlar olabilirlik kazanıyorlar. Sadece siyasi cinayetlerin veya hukuksuzlukların değil, her türlü suçun işlenebileceği rejimin adıdır faşizm. Suç âleminin faşist ideolojiyle bu denli içli- dışlı olmasının arkasında da bu yatmaktadır. Yolsuzluk, rüşvet, ihanet çemberi iktidarın zirvesinde olanları dahi içine alacak şekilde genişler. Nitekim ‘Gladio’ soruşturmalarının başlangıcını oluşturan ‘Lockheed’ skandalı, Türkiye’de sonuna kadar çözülmemiş olsa da, bir noktasında dönemin güçlü Hava Kuvvetleri Komutanı olan Orgeneral’e kadar ulaşmıştı.
Ortada bir askeri darbe yönetimi olmadan da faşizmin iktidarı aynı karanlık ortamı yaratmayı, hatta topluma dayatmayı başarabiliyor. Eğer bir ‘başarı’ söz konusu ise, hiç şüphe yok ki bu talihsizliği mümkün kılan en önemli etken, toplumun baskı ve şiddetle korkutulması ve sindirilmesidir.
Bugünlerde 1.5 milyondan fazla insanın terörle ilgili soruşturmalara uğradığı bilgisi konuşuluyor. Bu sonucun tek açıklaması, iktidarın her ağzını açanı terörist yerine koyarak, olağanüstü geniş bir yelpaze içinde, dincisinden sosyalistine, feministinden demokratına herkesi terörist faaliyetle itham etmesidir. Üstelik bu itham, ‘terör örgütüne üye olmamakla birlikte’ diye başlayan saçma sapan bir açıklamayla kolayca ‘terör propagandası’ adıyla ifade özgürlüğünü de kısıtlıyor.
Hal böyle olunca, sokakta adam döven polisin veya bekçinin ‘elim incindi’ gerekçesiyle mağdura dava açmasına kadar dayanabiliyor. Dayak yiyen birinin kollarıyla başını korumaya çalışması dahi ‘polise mukavemet’ olarak değerlendiriliyor.
Urfa’da dört kişinin ölümüyle sonuçlanan katliamın azmettiricisi AKP’li vekil, haftalardan beri adliye kapısında adalet arayan insanlara karşı hakaret davası açabiliyor.
Bunca zulmün kayıtsızca uygulanabiliyor olması, öncelikle hukuk sisteminin bağımsızlığını tümüyle kaybetmesinin bir sonucu. Daha doğrusu hukukun topyekûn imha edilmesine tanıklık ediyoruz.
‘Adalet Mülkün Temelidir’ kalıp sözü bir gerçeklikse, mülkün, yani memleketin, yani devletin temeli dinamitlenmiştir.