28 Mayıs seçimlerinin ardından Türk parası yüzde 35’in üzerinde değer kaybetti. İğneden ipliğe, buğdaydan nohuta, ilaçtan akaryakıta… hemen hemen tüm ürünlerde dışa bağımlı hale getirilen ekonomide TL’nin değer kaybetmesiyle birlikte son iki yıldır zaten yükselmekte olan fiyat artış hızı (enflasyon) daha da arttı. Gıda başta olmak üzere en temel ihtiyaç maddelerinde artan fiyatlara Temmuz ayıyla birlikte bir de vergi artışları eklendi. Tüm ürünlerde KDV ve ÖTV artışının yanı sıra getirilen ek vergilerle daha da yükselen fiyatlar, zaten açlık sınırının altında yaşayan geniş halk kesimlerinin nefesini iyice kesti.
Çarşı pazarda fiyatların hızla artmasına karşılık TÜİK’in gerçeklerden uzak, aldatıcı enflasyon rakamları dikkate alınarak yapılan ücret artışları, satın alma gücünün azalmasına ve mevcut yoksulluğun derinleşmesine neden oldu. Haziran ayında yüzde 34 artışla 11 bin 402 TL’ye çıkartılan asgari ücret, daha emekçilerin eline geçmeden eridi. Memur ve emeklilere yapılan ücret artışları da TÜİK’in gerçek dışı verilerinin yanı sıra tamamen göz boyamaya dönük seyyanen ücret oyunu ile kamu emekçilerini sefalette eşitlerken, emeklileri ise açlığa terk etmiş oldu. Toplumun önemli bir kesimini oluşturan ücretlilerin satın alma gücünün düşmesi ve artan vergiler küçük üreticiyi, esnafı, çiftçiyi de sefalete ortak etti.
Böylece AKP, yirmi bir yıllık iktidarı boyunca olduğu gibi uyguladığı neoliberal ekonomik programın yarattığı çöküntüyü-bir avuç iktidar yandaşı ve sermaye sahibi dışında kalan- işçi, memur, küçük üretici, esnaf vb halk kesimlerinin üzerine yıkmış oldu.
Burada ironik olan; ekonomik çöküntünün faturası üzerlerine yıkılan ve beslenme, barınma, sağlık gibi en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale getirilerek derin bir yoksulluk içine sürüklenenlerin, aynı zamanda AKP’ye yirmi bir yıllık iktidarı boyunca en büyük desteği sağlayan halk kesimleri olmasıdır. Halkı yoksullaştırmakla kalmayıp güvencesizleştiren, gençlerin gelecek umudunu yok eden; pandemide, depremde onbinlerce insanın ölümüne engel olamayan bir parti, iktidarda bulunduğu süreçte yedisi milletvekilliği genel seçimi (2002, 2007, 2011, 7 Haziran 2015, 1 Kasım 2015, 2018, 2023), üçü anayasa değişikliği referandumu (2007, 2010, 2017), dördü yerel yönetimler seçimi (2004, 2009, 2014, 2019), üçü cumhurbaşkanlığı seçimi (2014, 2018, 2023) olmak üzere 14 kez halkın önüne seçim sandığı getirilmiş; bunların hemen tümünde (7 Haziran 2015 genel seçimleri ve 2019 yerel seçimleri istisna olarak kabul edilebilir.) öyle ya da böyle toplumun geniş kesimlerinin desteğini almıştır.
AKP’nin sefalete sürüklediği kesimlerden aldığı desteği sürdürmesinin en önemli nedeni kuşkusuz, uyguladığı neoliberal politikalarla tasfiye edilen hak temelli sosyal güvence sisteminin yerine dini cemaatler etrafında örgütlenen inanç temelli sosyal yardım düzeneğini koyması ve yoksullaştırıp yardıma muhtaç hale getirdiği kesimler için “tutunacak bir dal” olarak görülmeyi başarmış olmasıdır. Halklar arasında yaratılan düşmanlık sayesinde körüklenen milliyetçilik ile öne çıkartılan dinsel-muhafazakâr kültürün toplum üzerinde tahakküm aracı olarak kullanılması da AKP’nin, iktidarını sürdürmesi için rıza üretmesini sağlamıştır. Öte yandan yirmi bir yılda adım adım inşa edilen otokratik nizam içinde hukuk düzeninden tamamen uzaklaşılması; haber alma hakkından sendikal ve siyasal örgütlenme özgürlüğüne kadar demokrasinin en asgari koşullarının dahi ortadan kaldırılması da AKP iktidarı için “zora dayalı rıza üretilmesine” neden olmuştur. Elbette AKP’nin iktidarı için zorla rıza üretmesi karşısında, halkın önüne alternatif bir çözüm önerisi koyamayan muhalefetin her türlü sefalete rağmen emekçi ve yoksul halkın AKP’ye desteğini sürdürmesindeki katkısını da yabana atmamak gerekir.
Halkın üzerine yıkılan ekonomik çöküntünün faturasından kurtulmasının çaresi, öncelikle -üzerine ölü toprağı gibi serpilmiş olan- milliyetçi ve dinci muhafazakârlıktan kurtulması ve demokratik toplum hedefiyle sınıf perspektifine sahip bir mücadele örgütlemesidir!