İnsan hayatının doğal bir evresi olan yaşlılık, herhangi bir hastalıktan bağımsız olarak yaşamı sürdürmeyi engelleyecek bir tehdit haline gelebilir mi? Kapitalist bir düzende yaşıyorsak bu sorunun yanıtı, “evet”tir!
Mülksüzleştirilerek, üretim araçlarına el konularak geçimini sağlayacak bir ücret karşılığında emek gücünü satmak zorunda bırakılan kitleler için işsiz kalmak, çalışamayacak biçimde sakatlanmak ya da hastalanmak gibi yaşlanmak da yaşamı sürdürebilmek için gereken gelirin elde edilmesini engelleyen önemli bir risktir. Burjuva devrimleri ve kapitalist üretim ilişkileriyle birlikte geleneksel güvence mekanizmalarının işlevsizleşmesi, yaşlanmanın yaşamsal riskini de arttırmıştır.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren güçlenen işçi sınıfı hareketi, çalışma saatlerinin sınırlandırılması, insanca yaşayacak bir ücret gibi taleplerin yanı sıra sosyal riskleri ortadan kaldıracak talepleri de gündeme getirmiştir. Burjuvazi de işçi sınıfının sosyalist akımlara meyletmesini engellemek için sosyal güvenlik alanında bir takım düzenlemelere gitmiş; bu konuda ilk adımlar sosyalist akımların merkezi durumunda bulunan Almanya’da atılmıştır. Devlete “sosyal” nitelik kazandırmayı amaçlayan bu düzelmeler ile 1883’te hastalık sigortası, 1884’te kaza sigortasının yanı sıra 1889’da yaşlılık (emeklilik) sigortası yürürlüğe konulmuştur.
1917 Ekim Devrimi’nin kapitalist sistemde yarattığı tehdit ve 1929 krizini aşmak üzere benimsenen talep yönlü ekonomi politikalarının uygulandığı II. Dünya Savaşı sonrası yıllarda çalışma standartlarının yanı sıra yaşlılık sigortasını da içeren sosyal güvenlik hakkı, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) aracılığı ile tüm kapitalist ülkelere yaygınlaştırılmıştır. Böylece sosyal güvenlik, bir yurttaşlık hakkı olarak kurumsal bir yapı içinde düzenlenmiş ve bu haklar, evrensel hukuk içinde güvence altına alınarak devlet, sosyal hakların güvencesi olarak “sosyal devlet” kimliğine büründürülmüştür.
Sosyal devlet kapsamında “yaşlılar için devletin sorumluluğu”, yaşamın her alanında yaşlılara güvence sağlanmasıdır. Başka bir ifadeyle sosyal devlet, yaşlıların bakım, gözetim ve korunma gibi ihtiyaçlarının yerine getirilmesi, yaşlılar için bir “hak”, vatandaşı oldukları devlet için ise bir “görev” halini almıştır. Türkiye’de devletin yaşlılara yönelik sorumluluğuna 1961 ve 1982 anayasalarında “sosyal ve ekonomik haklar” başlığı altında yer verilmiş; 1982 Anayasası’nın 60, 61 ve 62. maddelerinde, devletin yaşlılık gibi “sosyal riskleri” engelleyici tedbirler ve koruyucu önlemler almasındaki rolü belirtilmiştir.
Sosyal devlet kapsamında yaşlılara yönelik en yaygın sosyal politika uygulaması yaşlılık (emeklilik) sigortasıdır. Yaşlılık sigortası, “yaşının ilerlemesi nedeniyle fiziki gücünü kaybeden, eskisi gibi verimli çalışamadığı için gelir ve kazanç kaybına uğrama tehlikesi bulunan kişilerin, bu risklerini karşılayarak onlara emekli aylığı bağlamayı amaçlayan bir sosyal sigorta türüdür.”
Yaşlılık (emeklilik) sigortası Türkiye’de ilk kez 1949 yılında çıkarılan ve 1950 yılında yürürlüğe giren “5417 Sayılı İhtiyarlık Sigortası Kanunu” ile gündeme gelmiştir. Aynı yıllarda “5434 Sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu” ile çalışandan ve işverenden prim alınmasını öngören “liberal” bir sosyal güvenlik sistemi kabul edilmiştir. 1971’de 1479 Sayılı Kanun”la kurulan Bağ-Kur’un emeklilikle ilgili hükümleri ise 1972’de yürürlüğe girmiştir.
Kapitalizmin 1970’lerin başında içine girdiği krizi aşmak için yaşama geçirdiği neoliberal politikalar, sosyal devletin varlığını krizin nedenlerinden biri olarak görmüş ve sosyal politikaların tümü gibi yaşlılık (emeklilik) sigortası kapsamında ödenen aylıkları ve diğer harcamaları genel bütçe üzerinde “yük” olarak değerlendirmiştir. 1980’lerden buyana IMF, DB, AB, DTÖ vb kapitalizmin düzenleyicisi olan kurumlar Türkiye’ye de bu “yük”ün ortadan kaldırılması yönünde baskıda bulunmaktadır. Bu baskıları karşılayabilmek için 1999 yılında Sosyal Güvenlik Reformu adı altında sosyal güvenlik hakkını önemli ölçüde aşındıran 4447 sayılı yasa gündeme getirilmiştir. 2002’de iktidara gelen AKP de önce 5510 sayılı SSGSS ile emeklilik yaşını ve prim ödeme gününü arttırarak, aylık bağlama oranını düşürmüştür. 15 Temmuz darbe girişimi bahane edilerek çıkartılan OHAL ile ise emeklilik sistemini piyasaya devrederek özelleştiren Bireysel Emeklilik Sigortası’nı (BES) çalışanlar için zorunlu hale getirmiştir.
AKP, iktidarda bulunduğu 21 yıl boyunca emeklilerin haklarını aşındıran politikaları sürdürmektedir. Merkez Bankası’nın yıl sonunda enflasyonu yüzde 58 olarak öngördüğü koşullarda emeklilerin aylıklarına yüzde 25 artış yapılması; emekli aylıklarının -TÜİK’in yaptığı gerçek dışı enflasyon açıklamaları üzerinden yapılan hesaplamalarla bile- açlık sınırının çok altında kalması, AKP’nin emeklilik hakkını gasp ederek, milyonlarca emekliyi “sosyal dışlanma” ile karşı karşıya getirdiğini göstermektedir.
AKP, emeklileri sosyal olarak dışlayarak onların siyasal desteğinden vazgeçmiş değildir. Halkın diğer kesimleri gibi emeklileri de elinde bulundurduğu devlet olanaklarının himmetine ve cemaatlere muhtaç hale getirilerek kendisine mutlak bir sadakat içinde olmalarını amaçlamaktadır.