Himaye edilen, korunan ne varsa hepsi korkunun esaretinde. Emanet sanılır ve sakınılır dünyadan, bir de hayattan. Kıyasıya ezberler ve benzer çareler her daim kendini gösteriyor. Ötesi, berisi bir kıyım anlatısı, bir kıyamet hatırası ve katliamlar silsilesi; kansız, gürültüsüz, sakince bir yaşamak sancısı.
Seneler evvel, çağlar önce habis bir düşünce belirdi ve çok şey belirtti. Sonrası şimdiye, bu anın tam ortasına kadar sürüklendi. Yaralı bir hayvan gibi, kan kaybeden bir beden gibi yavaş yavaş unutulmaya terk edildi. Hayat kocaman bir yanılsama diye bir kabus çöktü ve artık rüyalar uykulardan kovuldu. Zamansız ve mekânsız bir boşluk herkesin hayatına nüksetti, geldi ve bizi bu günlere kadar getirdi.
Utanılacak çok şey birikti, usanılacak her şey her an ve süresiz bir karabasana dönüştü. Zaten bir şeyler hep başka şeylere dönmekte ve dönüşmekte çare aradığından beri herkes bir şeylerin peşinde. İnsan ve isyan artık yan yana gelmekten imtina ederken, acılar ha bire çıtayı yükseltiyor, gökyüzüne baka baka. Sonrası yeraltı ve yaratı macerası, bir de hikayesi.
Anlatılan ve unutulan bir yankı çınlamakta, delirtecek kadar bir de. Birileri savrulur, birileri dağılır, birileri ısrarla ve inatla durmaya devam eder çünkü yaşamak ve yaşamı savunmak mırıldanır. İnsan bazı günler hayattan kovulur ve bu herkesin başına gelen bir durumdur.
Mecburiyetler ve mahcubiyetler çağında telef olmakla telafi etmek arasında bir yerde duruyoruz. Bir anın içinde tarih ve tarihin için bir an neler neler gizliyor da geleceğin gelmesini bekliyoruz. Ve geçmişten beridir biliyoruz; gelecek gelmeyecek. Israrın gücü, tekrarın anahtarı her kapıyı açar ve bunu da biliyoruz.
Haydut yıllar, haybeden alınanlar, herkese bulaşan korkular, herkesin kaçtığı gerçekler hep bir gerekçede sıraya giriyor. Herkesin ve her şeyin sonu var iyi ki. İnsan teselli arar, kendisini teskin edecek dermanı ya da yarayı arar; çivi çiviyi sökebilir, çivi çiviyi yerinden edebilir. Bunca gerçek yaşanırken umutlar da bir sığınak arar ve insana ve eşyaya bulaşır.
İnsan yokuşlar arar, yamaçlar arar, sokak araları arar ve hepsinde kaybolmanın düşünü görür. Bu bir sır, asla bir başkası göremez ve herkes tahayyül etmekte beis görmez. Sızıntı gibi, çatlamış bir duvar gibi, pürüzlü zeminler gibi, solgun akşamlar gibi.
Kıyım ve yıkım günlerinin içinde naylondan kalpler, rengarenk balonlar görülüyor. İnsan pazarı çarşılara karıştığından beri buralar hep öte yerler olarak kaldı, bir yerlerin ortası, birilerinin hengamesi ve savaşı. Buralar hep birilerini uğrak yerleri olarak haritalara nakşedildi.
Her şey sırayla devriliyor ve değişiyor. Aynı kalmak, hep bir aynadan kendini görmek ve kendinden kaçmak dünya döndüğünden beri bir sınır ve herkes buna layık. Bir armağan gibi kırımlar yaşanıyor, katliamlar bir diğeriyle kıyaslanıyor. Ayrı ayrı yaşanan ama aynı acılara gark eden insan, kadim bir yokluk içinde debeleniyor.
Sıkıntılar mevzi arıyor, buluyor ve insanı birçok yerinden vuruyor. İnsan mevzu arıyor, kendini orada buluyor ve orada ölmeye yatıyor. Zaten elinden geleni yapmakla meşhur olan insan, geleni elinden kaçırmakla da nam saldı dünayaya. Halimiz burada, bu kadardır ve yazıldığı gibi de yaşanacaktır.
Haftanın kitap önerisi: Ayşegül Devecioğlu, Kuma Daireler Çizen / Metis Yayınları