Baas, içinden geçmekte olduğumuz zamanın en itibarsız terimlerinden biri. Oysa, kelime anlamı (Rönesans ya da diriliş) oldukça pozitif ve ilerici çağrışımlarla yüklü. Zeki el-Arsuzi ve Mişel Eflak adlı iki fikir babası, 1947’de Şam’da Baas Partisi’ni kurdular. Arsuzi Alevi, Eflak ise Hristiyan’dı. Üçüncü kurucu önder Selahattin el-Bitar, Sünni Müslüman bir aileden geliyordu. Bir Ortadoğu mozaiği prototipi olabilecek bu üçlünün hepsi kendini etnik anlamda Arap olarak tanımlıyordu.
Baas ideolojisi, İngiliz ve Fransız mandası altındaki Irak ve Suriye’de boy veren anti-emperyalist ve Arap milliyetçisi fikirlerin bir toplamı olarak oluşmuştu. 1930’lu ve 40’lı yıllarda Nazi Almanya’sının resmi ideolojisi haline gelen Yahudi nefreti, Filistin’de oluşmakta olan İsrail devleti karşısında Baasçı fikirleri de bir ölçüde belirlemişti.
Sovyetler Birliği’ndeki hızlı ekonomik kalkınmaya duyulan hayranlık, Baas ideolojisi içindeki sosyalist bileşenin özünü oluşturur. Daha sonra buna, Stalinizm’in disiplinli toplum fikri de eklenecek ve soğuk savaş koşullarında Sovyet koruması ve etkisi Baas iktidarlarının bekasında önemli bir faktör olacaktı. 1952 Hür Subaylar Darbesi’yle birlikte Mısır’dan bölgeye yayılan Arap sosyalizmi (Nasırcılık) fikrinin etkilerini de bu bağlamda anmak doğru olur.
Baas partisi, Suriye ve Irak’ta aynı yıl (1963) birer askeri darbeyle iktidara geldiler. Kısa süre içinde iki ülkenin parti yapıları birbirinden ayrıştı. Nüfusunun çoğunluğu Sünni olan Suriye’de Alevi, Şii nüfusun çoğunlukta olduğu Irak’taysa Sünni ağırlıklı Baas otokrasileri oluştu. Bu ayrışma kurucu önderlere de yansıyacak, Arsuzi Suriye Baas’ının başında kalırken Eflak Irak’a gidecekti. Baas rejimleri seküler parti-devletleri olarak oluştu. Birçok açıdan her iki rejim için de polis devleti tanımı uygundur. Muhaberat (istihbarat örgütü) ve Asayiş (polis teşkilatı) her iki ülkede de işçi sendikalarını, öğrenci derneklerini ve diğer sivil toplum örgütlerini sürekli kontrol altında tutuyordu. Bunların yetersiz kalması durumunda Irak ve Suriye orduları rejimin garantisi olarak her an göreve hazır beklemedeydi.
İki Baas rejimi de kendini en çok anti-Siyonist ve batı karşıtı hamaset üzerinden meşrulaştırarak toplumsal rıza üretimi sağlamaktaydı. Baas’ın bir başka özelliği, etnik azınlıkları Araplaştırma siyasetiydi. İki ülkenin de Kürt azınlığı sistematik olarak kimliklerinin inkârı, demografik mühendislik (tehcir ve iskân politikaları) ve devlet şiddetine farklı dönemlerde ve değişen oranlarda maruz kaldılar.
1968’de Saddam Hüseyin’in bir askeri darbe yaparak ülkenin ve partinin başına gelmesiyle aile saltanatı da Baas’ın bir özelliği haline geldi. Bu darbeyi, 1970’de Hafız Esad’ın Suriye’deki darbesi takip etti. Her iki diktatör de kardeşlerini, oğullarını, damatlarını ve yakın akrabalarını devletin ve ekonominin kilit kurumlarının başına getirdiler.
Kurucu önderlerden Selahattin el-Bitar, bu gidişatı sezerek 1968’de Baas’tan istifa ettiğini açıkladı. “Bu partiler” diyordu Bitar, “kuruldukları şey olmaktan çıktılar. Artık iktidar organlarının ve bölgesel diktatörlüklerin aparatı haline geldiler. Sadece isimleri kaldı.” Bu eleştirinin doğal ödülü olarak Bitar, 1980’de Paris’te Suriye Muhaberatı tarafından infaz edildi.
Irak ve Suriye orduları, iç ayaklanmaları kitle katliamlarıyla bastırmakta gösterdikleri mahareti baş düşman ilan ettikleri İsrail karşısında göstermekte hep aciz kaldılar. Filistin davası üzerine Esad ve Saddam’ın sürekli attığı nutuklar, Filistin halkı ve mücadelesinden çok şahsi diktatörlüklerini perçinlemeye hizmet ediyordu.
İki Baas, aynı partinin dalları olmalarına rağmen birbiriyle dayanışmaktan çok bölge siyasetinde kıyasıya bir egemenlik mücadelesi içinde oldular. O kadar ki laik ideolojinin şampiyonu Alevi Esad, Fırat’ın doğusunda üslendirdiği Sünni ve Selefi cihatçı çetelerin Irak içlerinde askeri ve sivil hedeflere saldırıp geri dönmesine yol veriyordu.
Irak Baası ise Esad’dan çok 1979 İran devrimini kendine rakip belledi. Anti-emperyalizm şampiyonu Saddam, ABD’nin kışkırtması ve aile kasasına milyar dolarlık katkılar karşılığında İran’a saldırdı. 1980’li yıllar boyunca süren savaş, her iki tarafın da insan kaynaklarının tükenmesine ve ağır ekonomik krizlere neden oldu. Irak Baası ve özellikle Saddam, iktidarı boyunca Kürt halkıyla da savaş halinde oldu. 1988 Halepçe katliamında kendi yurttaşları olan Kürt kitlelerin üzerinde kimyasal silahlar kullanarak binlerce ölüme neden oldu.
Saddam Baası 2003’te, Hafız ve Beşar Esad Baası ise geride bırakmakta olduğumuz 2024 yılının son ayında devrildi. Devrildiklerinde, Baas ideolojisinin ve siyasetinin mirası da daha önce Irak’ta gördüğümüz üzere tarihin çöplüğünde hemen buharlaşma eğilimi gösteriyor.
Öyle de olsa Baas’ın ölü bedeninden yükselen ruh bir şekilde komşu diktatörlük heveslilerine sirayet ediyor olabilir. 2015’ten beri Türkiye’de belirginleşmeye başlayan rejim değişikliğinin parti-devlet füzyonu, aile hanedanı, sistematik polis baskısı, MİT güzellemeleri, sahte anti-İsrailcilik, sahte anti-emperyalizm ve sürekli tırmandırılan Kürt nefreti gibi nitelikleri dikkate alındığında Baas ruhunun bulaşıcılığı üzerine çok şey söylenebilecektir.