Suriye’de dış müdahalelerle başlatılan iç savaşın dokuzuncu gününe girildi. Bu defa Suriye’yi parçalayacak kapsamlı bir hamle söz konusu. Suriye haritası yeniden çiziliyor! Görünen o ki biri “batı ile uyumlu yeni cihatçılar”ın denetiminde olmak üzere, Irak ya da Lübnan benzeri bir Suriye yönetimi hesabı masada!
Hızlı gelişmeler yaşanıyor. Esad’ın, Şam’daki konumunu sürdürüp sürdüremeyeceği bile kestirilemiyor! Şam’dan Lazkiye’ye uzanan koridorun Akdeniz’e ulaşan bölümünün Esad’a bırakılıp bırakılmayacağı da Rusya ve İran’ın ortaya koyacağı tutumla ilişkili görünüyor.
Başını ABD ve İngiltere’nin çektiği yeni bir bölgesel paylaşım savaşı ile karşı karşıyayız. ABD-Fransa ikilisinin özel çabasıyla İsrail ile Lübnan -daha açık ifadeyle Hizbullah- arasında imzalanan “ateşkes”in hemen ardından başlatılan iç savaşla Suriye yeniden yangın yerine çevrildi.
Emperyalist güçlerin cihatçıları sahneye sürerek Suriye iç savaşını yeniden alevlendirmeleri, yeni bir vekalet savaşı başlatmaları, İsrail’in daha da güçleneceği, Ortadoğu’nun ticaret, enerji yolları ve yeni yönetimleriyle yeniden şekillendirilmesi hesabından bağımsız değil. Bir önceki yazımızda da bu konuya dikkat çekmiştik. Bugün bu daha da somutlanıyor. Türkiye’ye de bu gelişmelerde rol biçilen, Erdoğan iktidarının dahil olduğu/edildiği bir süreç işliyor.
Bilindiği gibi, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e saldırısı sonrası İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırıma varan saldırıları, Lübnan’a ve yer yer Suriye’ye yönelmişti. Son olarak HTŞ üzerinden Rusya-İran-Suriye ekseninin en zayıf halkasına yönelik darbelerle, Ortadoğu’daki Batı-İsrail ekseninin gücü pekiştirilmiş olacak.
İran ve Suriye hedef ülkeler durumundayken diğer bölge iktidarlara da rol verilmiş görünüyor. Türkiye buna dahil olmayı kabul etmiş görünüyor. Bu hamlede Rusya’nın bölgedeki gücü bitirilemese bile oldukça sınırlandırılacak gibi görünüyor.
Türkiye’nin, İsrail-Batı ittifakı kapsamında “yeniden” konumlandırılması tam şekillenmese de NATO’nun üçüncü büyük ordusuna sahip Türkiye’nin bölgesel ve özellikle Asya’da Batı lehine oynayabileceği uluslararası rolün önemsendiği, buna uygun bir Türkiye-Batı ilişkiler ağı reorganize edildiği gözleniyor.
İki eksen arasında gidip gelen Erdoğan yönetimi de yeni hamleler içinde Batı ile ilişkilerini yenilemeye ve pozisyonunu güçlendirmeye çalışıyor. 1 Ekim’de TBMM açılışında, herkesi şaşırtan Bahçeli’nin DEM Eş Başkanları ile milletvekillerinin elini sıkıp, sonrasında Öcalan’la ilgili çıkışlarının, bu süreçle ilişkili olduğu da değerlendirmeler arasında.
İçeride ve bölgede, uluslararası politikada zorda kalan Erdoğan iktidarı, Bahçeli’nin bu çıkışıyla gündemi belirlemede avantajlı konuma geldi. “Güvenlik, savaş, beka” söylemiyle özgürlükleri, muhalefeti baskılamaya mazeret üretildi. Ekonomik yıkım, işçi, kamu emekçisi, emekli, üretici ve tüketicisiyle halkın yaşadığı açlık, yoksulluk, işsizlik ve ağır baskı politikaları da perdelenmiş oldu.
HTŞ Suriye’de ilerlerken, daha önceki iç savaşta ÖSO adıyla tanınan, emperyalist güçlerin ve Türkiye’nin desteği ile eğit-donat hizmeti verilen, yeni adıyla “Suriye Milli Ordusu” Kürtlerin bölge halklarıyla birlikte kurduğu yeni yaşam alanlarını hedef almış görünüyor. İktidar destekçisi basının, HTŞ ve SMO ilerlemesini alkışlayıp, Türkiye’nin sahada güç kazandığını tekrarlayarak Halep’e yeni plaka yakıştırmaları ile milliyetçi duyguları kaşımaları ve savaşı olağan bir gelişme haline getirmeleri ise dikkate değer.
Ancak Türkiye yönetimin Suriye sahasındaki rolü ve hamle gücünün, ABD ve Rusya planlarıyla sınırlı olduğu da aşikar.
Çok sürmeden birçok şey daha da netleşecek gibi görünüyor.
Batılı emperyalistlerin ana hatlarıyla mutabakat içinde oldukları bu süreçte Rusya, Ukrayna savaşı ile başka bir cephede neredeyse bloke edilmiş durumda. Rusya daha güçlü yanı temsil etse de, ABD’nin başını çektiği, NATO’nun tüm donanımıyla arkasında durduğu Ukrayna cephesinin Rusya’yı oldukça zorladığı bir gerçek. Ukrayna’ya balistik füzeler gönderilmesi ile Ortadoğu’daki güçlerini ve dikkatini önemli oranda çekmek zorunda kalan Rusya’nın Suriye’ye yeni güçlü bir hamle yapması olası mı, göreceğiz!
İran’ın bölgedeki vekil güçlerinin İsrail saldırılarıyla güçten düşürüldüğü, İran’ın, Suriye savunmasındaki rolünün önemli oranda zayıflatıldığı bir zamanda HTŞ’nin ve SMO’nun donatılmış halde devreye sokulması İsrail için yeni bir güç takviyesi oldu. HAMAS ve Lübnan Hizbullah’ının artık eski günlerine ulaşması oldukça zor. Irak’taki Haşdi Şabi güçlerinin de kayda değer bir desteği ortaya konulmadı. Irak yönetiminin Suriye sınırını kapatması da bu desteği zorlaştırıyorken bölgede “yeni statüler” dönemi kaçınılmaz görünüyor.
Zira IŞİD’den koparak Colani liderliğinde yeniden şekillendirilen, El Kaide türevi cihadist selefi bir örgüt olan HTŞ neredeyse hiçbir engelle karşılaşmadan Halep’i ele geçirdi. Hama’da Suriye rejim güçleri kısmi bir direniş gösterse de sonuçta HTŞ öncülüğündeki güçler bu kentte de egemenliği sağlamış oldu. HTŞ; yönünü Şam’a çevirdiğini, Humus, Tartus ve Lazkiye’yi hedeflediğini ilan etti. HTŞ ve SMO, Batı halklarının IŞİD hafızasıyla ilgili tepkisini yumuşatmak için işgal ettikleri kentlerde Hıristiyan ve Alevilere dokunulmayacağına dair videolar yayınlıyor olsa da sürecin nasıl realize olacağı az çok tahmin edilebilir.
Kırk civarında selefi-cihatçı örgütten oluşan HTŞ ’nin, Kürt halkı ve müttefiklerinin direnişi dışında bir zorlukla karşılaşmadan kısa sürede bu denli kolay zaferler kazanması düşündürücü. Ambargoların, İsrail ve cihadist güçlerin uzun yıllar devam eden saldırılarının Suriye ve İran’ı oldukça yıprattığı biliniyor olsa da Suriye rejimi ve İran Molla yönetimlerinin anti demokratik politikalarının, işçi ve emekçiler karşısındaki pozisyonlarının dış müdahaleler karşısında farklı kesimlerden halkın birlik, dayanışma ve yurt savunması bilincini tahrip ettiğini de kaydetmek gerek.
Birlikteliklerini Suriye Demokratik Güçleri olarak tanımlayan ve yeni bir statüye kavuşmasının uluslararası ve bölgesel güçler tarafından kabul göreceği öngörülen Kürt ve farklı kimliklerden yerel halkın örgütlülüğü bir yana bırakılacak olursa dış güçler destekli cihadist saldırılar karşısında bir halk direnişinin ortaya çıkmaması gidişat bakımından kaygı verici.
İktidarlara muhalif olan iç devrimci-demokratik güçlerin ortaya çıkacak yeni konjonktürde nasıl tutum alacaklarının arayışı içinde olduğuna ilişkin öngörüler olsa da halkların kaderinin cihatçılara, emperyalist güçlere ve bölgesel otoriter güçlerin inayetine kalması kaygı verici.
Halkların tek tesellisi ise şimdilik Kuzey-Doğu Suriye’deki halkların kaderlerini ellerine almada gösterdikleri kararlı duruş.
Zira arkasında emperyalist güçler de olsa, bölge iktidarları bir biçimde planın bir unsuru haline getirilmiş de olsa; halkların egemen güçlerden bağımsız direniş ve dayanışmasının örgütlenmesiyle barış içinde yaşayacağı ortak bir gelecek kurulmasının mümkün olduğu tarihsel deneyimlerle biliniyor.