HTŞ’nin başını çektiği cihatçı gruplar Halep’e girdi. Ve Suriye rejim askerleri direnmeden geri çekildi. Rejim için şu söylenebilir, sanıldığı gibi çok da güçlü değilmiş. Daha çok Rusya, İran ve Hizbullah’a dayanarak varlık gösteriyormuş.
Suriye rejiminin Halep’ten çekilmesi, cihatçı örgütlerin önemli oranda denetim sağlamları, hatta yönlerini Hama, ardından Şam’a çevirme olasılıklarından söz etmek gerekir. Öyle anlaşılıyor ki rejim Rusya, İran, Hizbullah gibi yapıların destekleri zayıfladığında tutunma ihtimali ortadan kalkıyor. Tek başına karşı koyma mecalinin olmadığı anlaşılıyor.
Cihatçıları destekleyen, koordine edenler kimler? ABD-İsrail’in bunda rolü ve katkısı var mıdır? olabilir. Gelen bilgilerde Türkiye’nin bu yönlü rol oynadığı haberleri daha çok öne çıkıyor. Zira bu cihatçı yapıların üstlendiği alan İdlib olmaktadır. Astana formatına göre buraların sorumluğu Türkiye’dedir.
Kabaca bu kapsamda gelişmelere bakıldığında akıllara takılan yığınla soru vardır. En başta HTŞ ve diğerleri IŞİD türü yapılardır. IŞİD’e karşı duran güçler bu gelişmelere ne diyecektir? Yine Astana formatını oluşturan Rusya, İran ve Türkiye ilişkileri eski haliyle devam etmesi olanaklı mı yoksa ciddi güvensizlikler oluşacak mı? Rusya ve İran’ın Türkiye ile güven düzeyleri nasıl olabilir?
Bütün bunlar ve benzeri sorular zamanla cevaplarını bulacaktır. Yine bu soruların uçları açıktır. Hemen her ihtimalden bahsetmek gerçekçi olacaktır. Şunun altını çizmek lazım. Son gelişmelerle 3. Dünya Savaşının Suriye ayağı hareketlenmiştir, bölgeyi etkileme gücü fazladır. Örneğin Irak, İran ve Türkiye etkileri çok olabilir. Bu bağlamda güç kaymaları veya ortadan kalkmaları ve yeni ilişki ve ittifakların oluşumu gerçekleşebilir.
Etkileri; daha Suriye’deki bu gelişmeler olmadan dışa vurmaya başlamıştı. 1 Ekim’den itibaren hemen her hafta Devlet Bahçelinin PKK Lideri Abdullah Öcalan’a ilişkin (içerikleri irite etse de) yaptığı açıklamalar, DEM Partinin Öcalan ile yüz yüze görüşmesi, umut hakkı gibi açıklamalar olası bu gelişmelerle doğrudan ilgiliydi. Yani oluşacak yeni koşullarda Kürt Özgürlük Hareketinin lehine fırsatların doğma ihtimalidir. Bir anlamda ön almadır, zayıf düşürmedir, olası durumlara göre Türk devletinin yapacağı hamlelere zemin hazırlama gibi okumak gerekmektedir. Yine belediyelere kayyum atamalarının da bu gelişmelerle bağlantısı vardır. Bir tarafta kayyum atamaları diğer tarafta “çözüm” seçeneklerinin devrede tutulması 3. Dünya Savaşının karmaşık yapısından kaynaklandığını söylemek uygun olabilir. Türk devletinin neyin nasıl olacağını tam kestirememesi ile ilgilidir. Devlet için iyi gelişmeler olur bakışıyla hareket eden, Kürtler güç kaybederse diye bakan ve buna göre davranan kesimler; yada tersinden Kürtlerin lehine gelişmeler daha olasıdır diyen çevreler her ihtimale karşı Kürtleri yedekleme eğiliminde olanlar gibi yaklaşımlar bu ikili hali ortaya çıkarmaktadır.
Suriye rejiminin fazla varlık göstermemesi, Halep’in önemli oranda düşmesi, peşi sıra Hama gibi şehirlerin de düşme olasılıkları Şam’ın durumunu tartışılır hale getirmiştir. Türk devlet politikasının şekillenmesinde; daha heveskâr, misakı mili sınırlarına Kürtler olmadan da ulaşabiliriz yanılgısına yol açabilme ihtimalini güçlendirebilir.
Ancak Kürtler olmadan devletin bu hedeflere ulaşması olası mıdır? Hatta toprak alarak bu hedeflere ulaşma isteminin çok ciddi bariyerlerle karşılaşması kaçınılmazdır. Ne Rusya ne ABD ve koalisyon güçler ne de iri ufaklı diğer güçler, özelde Suriye genelde Ortadoğu’yu kolay terk ederler. Hele Kürtler açısından kolay yenileceğini, pes edeceklerini düşünmek ham hayalden öte önemli durumlar ortaya çıkarır.
Örneğin Suriye rejimi odağında Kürtlerin yer aldığı Kuzey ve doğu Suriye’deki yapılanma ile doğru dürüst ilişki kurup çözüm geliştirebilseydi; bu güçsüz kabuk ordusuyla kalmaz ve yaşananları yaşamazdı. Şu an rejim yıkılma ile karşı karşıyadır. Özellikle Rusya Ukrayna savaşına ayırdığı güçlerin bir bölümünü Suriye’ye göndermezse Suriye rejiminin sonuna gelinmiş olabilir. Aslında bu aşamada bile rejimin yapması gereken en doğru hamle Kuzey ve doğu Özerk yapısıyla çözüm ve ittifaka gitmesidir.
Türk devleti de geç kalmış değil. Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü sağlayarak Türkiye’nin demokratikleştirilmesinde adımlar atabilir. Özgür ve demokratik bir Türkiye ile bölgede toplumsal sorunların çözümün odağına dönüşerek ciddi bir örnek oluşturabilir. Ve başta Filistin-İsrail meselesinin çözümü olmak üzere diğer önemli sorunların çözümünde demokratik yumuşak gücü oluşturur ve daha iyi rol üstlenebilir.