Kelimelerin ağırlığından ve anlamlarından firar ettiği zamanların sonrasındayız. Tıpkı yeni bir çağın başlaması gibi. Öyle düşünüp, bu hayallerle avunabiliriz. Olmadı, bu çağa uygun vaziyetler alıp yeni şeyler düşünebilir ve bunları yeni kelimelerle ifade edebiliriz. Yani konuşmayı ve yazmayı yeniden icat etmiş gibi, her şeyi bir savaş muharebesi olarak görebilir, anlatabilir ve aktarabiliriz. Zaten kelimeler unutmak içindir ve elbette yeniden hatırlanmak için.
Birbirine düşman gibi görünen, ezeli ve ebedi düşmanlarmış gibi görülen ne kadar kelime varsa, bir kâğıtta ve tek bir cümlede yan yana gelebilir. Hayat mucizeler beklemekle geçiyorken, gerçekler aciz, düşler her yerden kovulandır. Sayılan, sanılan, sayıklanan ne kadar cümle varsa, hepsini hizaya getirmek lazım. Sonra da her kelimeyi harf harf eksiltip harp varmış gibi anlamsız bir geleceğe sürgün etmek elzem. Bazı harflere şapkalar, noktalar, şekiller vererek, dilin ezberini, şivenin ayarını bozarak tane tane konuşmayı öğrenmek gerek. Zaten alışan insan alışmaktan sıkılmazmış.
Hislerin yaşantı kaybı diye bir şey var. Yaşadıkça yaralanan hislerin esaretinde gittikçe azalmak, seyrelmek ve en sonunda olmamış olmak. Hiçbir kayıp tek başına değil, illaki çoğunluğu da beraberinde eksilterek götürüp bir başına bırakır. Devam eden ve devam ettikçe kalabalıklaştığını zanneden bir yalnızlıklar deryası. Herkes tek ama kimse bir başına değil. Bağlanmak doğduktan sonra başımıza gelen, soğuduktan sonra da bizi terk edendir.
Hayata dair hikayeler duyar, sonra okur, belki de yazarız. Neyse ki hayatta hikayeler yaşarız. Böylesi bir gerçeği ezelimizle yaşar ecelimizle bırakırız. Buruşturulmuş bir kâğıtta yazan ya da büzülmüş bir dudaktan dökülen her masal, birinin veya birilerinin gerçeği olmaya aday. Dedikleri gibi; bu dünyaya düşmüş her ses, bir beden ve bir ceset bırakır. Ses yankılandıysa duyan da var elbette ve duyan başka kulaklar aramaya başlar. Böyle böyle burada her yankı bir şeyler yaratır ve yarattığı için yok olmaya mahkûm edilir.
Hırs ve ihtiras kan ve gözyaşına aç, sevgi ve barış hepsine tok. İşe yaramaz yalanlar birilerinin heybesinde saklı, işe yarar gerçekler görülmeye, duyulmaya ve çağrılmaya muhtaç. Eğrisi ve tartısı değil sebep ve mühim de değil. Sonrası kalsın dediğimiz bir dünya, sonradan gelecek herkesin hakkıdır. Bundandır aşk ve isyan, en güzel mevsimlerin en güzel günlerine bir vaat, bir teminat ve bir tebessümdür. Dağların ve denizlerin karşılıklı heyecanı varsın herkesin özlemi olsun.
Suskunluğun hemen hemen herkese bulaştığı, sessizliğin bir organ haline evrildiği yılların içinde yaşarken, aslında dışına çıktığımızı fark edemiyoruz. Budur kabahat ve küfür, insanın önce kendine sonra da başkasına ettiği. Ömür bir yoldur, insanın ölümüne kadar yürüdüğü. Zaman bir çemberdir, insanı her an daraltan. Aşk, sevgi, özlem ve daha başka hisler pusuladır, insanı insana yaklaştıran ve hatta yakıştıran.
Her şey bir yere kadar anlamını taşır; kelimeler tek bir harf yitirilmeden yeniden yazılır. Hatırlanan, unutulmayan övgülerle ve yergilerle tekrar bir anlam kazanır, bazen de kaybeder. Şölenler tertip edilir, matemler bir çağ kadar uzun süreli olur. Acı veren sözler, acıtan tarihler, yad edilen yaşamlar yazılmasa da birilerine kendini duyurur. Geçmiş uzundur ve gelecekle boy ölçüşendir. Hepsi de bir hafıza barikatının ya önündedir ya da arkasında.
Bildiklerimiz bilmediklerimizden yaralanabilir, bilmediklerimiz bildiklerimizle can verebilir. Her ihtimal bu hayata yakışsa da yakışmasa da kendine yer bulur. Arayan ve bulan insan, artık kaybolduğu yerin yabanıdır. Hayat kadar ölüm de buralıdır; bizimle ve bizdendir.
Haftanın kitap önerisi: Melisa Kesmez, Küçük Yuvarlak Taşlar / İletişim Yayınları